Tüketiyorum öyleyse varım (Bilkent Üniversitesi)

Aşağıdaki yazım;

Bilkent Üniversitesi tarafından çıkarılan Mecmua Dergisinin Mayıs 2014 sayısında ve Atılım Üniversitesi tarafından çıkarılan Bülten Ocak 2014 sayısında yayınlanmıştır. 



Gazetenin elektronik haline (sayfa 9) (atilim.edu.tr) erişmek için bağlantıya tıklayın veya aşağıdan okuyabilirsiniz: 

https://www.atilim.edu.tr/uploads/pages/atilim-haber-1517410940/1522149549-Atilim-Haber-Sayi-42.pdf



Tüketiyorum, öyleyse varım !

'Kesin olan bir şey var, o da bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek. Şüphe etmek düşünmektir ve düşünmekse var olmak. Öyleyse var olduğum şüphesizdir. Düşünüyorum, öyleyse varım!'

Bu sözler, ünlü Fransız düşünür, matematikçi ve bilimadamı Rene Descartes'e ait olan 'Metod Üzerine Söylevler' (1637) kitabında yer alan Fransızca "Je pense, donc je suis" sözünün çevirisidir. Descartes, kesin ve doğru bilgiye ulaşmak amacıyla kendi varlığı dahil herşeyden şüphe duyar. Ve bu sırada tek ve kesin bilgi olarak tanımladığı bir sonuca ulaşır. Şüphe etmek düşünmektir ve düşünmekse var olmak. Şimdi bütün öteki bilgileri bu bilgiden çıkarabilir. 1600'lü yıllarda yaşamış olan Descartes'in 'Düşünüyorum, öyleyse varım' sözü günümüzde yerini 'Tüketiyorum, öyleyse varım'a bıraktı desek sanırım çok da yanlış söylemiş olmayız. Nitekim günümüz toplumlarında var olmak, daha doğrusu bir birey olarak yer edinmek bizleri tüketime endeksli hale getirmiştir.

Tüketim, özünde bireylerin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapılır ancak sadece gereklilikten kaynaklanmaz. Tüketim aynı zamanda arzulanan nesneler için de yapılır. Gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığı günümüzde bireyler tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık getirip prestij sağladığını düşünürler veya düşünmeden sadece o sonuca odaklarak talepte bulunurlar. İhtiyaç artık sadece bir nesneye duyulan ihtiyaç değil, bir farklılaşmadır.












Tüketicilerin ürünlere olan talebi, terimsel anlam olarak, belirli bir satın alma gücüyle desteklenmiş, satın alma isteğidir. Herhangi bir mal ve hizmete yönelen bu talebi etkileyen pek çok unsur vardır. Bu talepte moda, kişisel tercihler, kişisel gereksinimler ve bunların şiddeti yanında ikame ve tamamlayıcı malların durumları başlıca etkenlerdir. Ancak bunların hiçbiri genellenebilir değildir. Sadece bir ürüne yönelen talebin, fiyat değişmeleri karşısında göstereceği tepki ölçülebilir. Fonksiyonel olmayan talep de ise dışsal etkenler daha etkilidir ve malın tüketilmesi ile elde edilen fayda, başkalarının aynı malı alması, tüketmesi, malın taşıdığı etiket fiyatının yüksekliği veya düşüklüğü oranında artar ya da azalır.

Avrupa'da 18. ve 19. yüzyıllarda yeni buluşların üretime olan etkisi ve buhar gücüyle çalışan makinaların endüstriyi doğurması neticesinde sermaye birikimi artışa geçmiş ve gerçekleşen sanayi devrimi ile seri üretim hayat bulmuştur. Seri üretim ise ihtiyacımız neyse o kadar üretim yapma devrini kapatıp, ürünlerin daha geniş pazarlara yayılmasına yol açmıştır. Günümüzde üretimin küreselleşmesi, tüketimin de küreselleşmesine yol açmış, artık dünya genelinde tüketimlerin birbirine benzeşmesi olarak tanımlayabileceğimiz, küresel tüketicilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Tüketimlere anlamların yüklendiği günümüzde, tüketiciler  de ürünlere yükledikleri anlamlar ile kendilerini ifade edebilme, statülerini gösterebilme, kim olduklarından çok kim olabilecekleri üzerine bir yaklaşımla ’Ben buna değerim’, ‘Bunu tüketmeyi hak ediyorum’ türündeki ifadelere yönelmiş olarak tüketimlerini sürdürmeye devam etmektedirler. Fransız düşünür Jean Baudrillard’ın ‘Tüketim Toplumu’ (1997) isimli kitabında dediği gibi; ‘Artık kendi kimliklerini, tüketim ile tanımlayan tüketim toplumu vardır.
Bu konuda klasik haline gelmiş ve kesinlikle her iktisat ve işletme öğrencisinin okuması gerektiğini düşündüğüm Harvey Leibenstein’in "Bandwagon, Snob and Veblen Effects in the Theory of Consumers Demand" (1950) isimli makalesinde; tüketici tercihlerinin popülarite, moda gibi sosyal etkenlerden de etkilendiğinden ve bunun çok yüksek talep artışlarına veya azalışlarına neden olduğundan söz ettiğini de belirtmek isterim.
Leibenstein, döneminin diğer iktisatçılardan farklı olarak, tüketicilerin talepte bulunma nedenlerini, bu ürünleri tüketme güdülerine göre; bandwagon etkisi, snob etkisi ve veblen etkisi gibi çeşitli gruplarda sınıflandırmıştır.
Bandwagon Etkisi ile, başkalarının aynı malı tüketmesine bağlı olarak talebin artmasını ifade edebiliriz. Bu etkiye tüketicilerin, toplumda yer edinmiş kişilerin bazı ürünleri tüketmesi sonucu onları takip etmesi,  uyum içinde olmak ve modaya uygun davranmak için satın alma arzuları oluşturmaları diyebiliriz. Aynı zamanda insanların topluluk dışı kalmama, diğer bir ifadeyle “sürüye uyma” nedeniyle tüketime yöneldiği söylenebilir. Bir diğer örnek olarak, toplumda başarılı kişiler tarafından yapılan aktivitelere (golf, tenis gibi) olan talebin, bu kişilerle aynı statüde kabul edilmek isteyen bireyler tarafından da yapılmak istenmesi sonucunda talebin artması verilebilir. Konuyla ilgili M.I.T.'de (Massachusetts Institute of Technology) yayınlamış olan bir makalede aynen şunlar yazmaktadır: Bir piyasada bir üründen talep edilen miktar halihazırda başka tüketicilere satılmış miktara bağlıysa o piyasa bandwagon etkisi ile yüzleşiyordur.’

Bandwagon etkisi ile ilgili bir anektod ise Amerikan siyasi tarihinde geçen bir olaydır. 1848 yılında 12. ABD Başkanı Zachary Taylor’a seçim kampanyasında destek olmak için at arabası ile şehir şehir gezen Dan Rice ismindeki sirk ustası, bir süre sonra uzun bir konvoy oluşturmuş ve kalabalık arttıkça daha fazla insan katılmaya başlamıştır. Ve böylece bugün ülkemizde de seçim kampanyalarında önemli bir yer tutan araç konvoyları, ABD siyasi tarihinde önemli bir yer bulmuştur. Bandwagon ismi de buradan gelmektedir.

Snob Etkisi ise, bir mala yönelik talebin başkalarının aynı malı tüketmesi ile talebinin ve tüketiminin azalmasını ifade eder. Piyasadaki bir ürüne ne kadar çok insan sahipse, o ürüne olan talep o kadar azalır. Bu etki, insanların farklı olma, kendilerini sürüden ayırma arzularını gösterir. Herkesin yaptığını yapmama çabasıdır bir diğer adıyla snob (burnu havada) etkisi. Çok basit bir örnek olarak, bir ülkede yaşayan insanların çoğu tarafından tüketilen bir ürünün, kendisini toplumdan ayrıştırmak isteyen bir kişi tarafından beğenilmemesi, tüketilmemesi gösterilebilir.

Veblen Etkisi’ne geldiğimizde ise; yukarıda yer alan iki etkinin de ortak özelliği her ikisinin de diğer kişilerin tüketimlerine bağlı gerçekleşmesidir. Ancak Veblen etkisinde ürüne olan talebi etkileyen tek şey ürünün fiyatıdır. Talep kanunundan bildiğimiz üzere; bir ürünün fiyatı düştükçe talebinin artması gerekir. Ancak burada ise tam tersine, talebin artması fiyatın yüksek olmasından kaynaklanır. Örnek olarak, benzer özelliklere sahip iki üründen fiyatı yüksek olanın daha fazla tercih edilmesi gösterilebilir. Aslında veblen etkisi ile gösteriş amaçlı tüketim kastedilir ve fiyat yükseldiğinde tüketicinin talebinin artması dile getirilir. Yani talep ile fiyat doğru orantılıdır. Her koşulda geçerlidir demek ise doğru olmamakla birlikte aşırı lüks tüketim malları için geçerliliği vardır şeklinde genellenebilir. İsmini aldığı iktisatçı Thorstein Veblen'in ''theory of leissure class'' (1899) adlı kitabında ise yazar veblen etkisini şöyle tanımlar; ‘Gösterişli tüketim bazı sınıflara hastır ve bu tüketim tarzında talep malın fiyatıyla doğru orantılıdır. Malın fiyatı arttıkça talep de ayni ölçüde artar. Bu şekilde gösteriş maksatlı tüketim, bu sınıfları toplumda itibarlı bir konuma getirir. Fiyatın düşmesi durumunda ise veblen etkisi, snob etkisine dönüşür ve talep sahipleri taleplerinden vazgeçerler.

Sonuç olarak geldiğimiz noktada, tüketimin reklam, moda ve sosyal yapılanmadan etkilendiği ve bunun sonucunda tüketim kültürünün niteliksizleşmesinin bandwagon etkisine yol açtığı ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde son birkaç yılda cep telefonlarına aktarılan kaynağın 10 milyar ABD dolarına yakın olduğu düşüldüğünde bu etkinin ne kadar yüksek olduğu kolaylıkla görülebilir. Neticede iktisadi büyüme çözüm önerileri, sadece vergi oranlarını artıran veya düşüren maliye politikaları ile parasal tabanı etkileyen para politikaları gibi ekonomik ve mali çözümler içermemeli, bu politikalara ek olarak nihai hedefi eğitim seviyesi yüksek, çevresinde gelişen olayları irdeleyen, analiz gücünü sahip, nitelikli tüketim yapabilen bireyler yetiştirme amacını da içermelidir. Sosyolojik unsurları da gözeten kalkınma programları ile tüketim kültürünü oluşturmak hedeflenmelidir. Ancak bu şekilde ülkemizin kronikleşmiş sorunu olan, cari açıkla da baş edebiliriz.